İstiklal Marşı,
kayda ilk geçtiği günün üzerinden 97 yıl geçmesinin ardından dizeleriyle
ve Mehmet Akif Ersoy'un 'Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı
yazdırmasın' sözleriyle yürekleri kabartmaya devam ediyor. İşte,
İstiklal Marşı'nın kabulü ve o günlerde yaşananlar;
23 Nisan 1920’
de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılır. 1920 yazı içinde ülke
topraklarının büyük bir bölümü işgal altındadır. Ankara düzenli bir ordu
kurma çalışmaları içindedir. İstanbul Hükümeti Mondros Ateşkes
hükümleri gereğince orduyu terhis etmiştir. Yeni bir ordu kurma
çalışmalarında ise sayısız güçlüklerle karşılaşılmaktadır.
Meclis
hükümeti yeni bir ordu kurarken bu orduyu ayakta tutacak, ona moral
verecek güçleri de harekete geçirme çabasındadır. Yayınlanan gazeteler
halkı işgal güçlerine karşı direnmeye, birlik olmaya, cesaret vermeye
uğraşmaktadırlar. Gazete ve dergilerden önemli miktarları hükümet
tarafından satın alınarak cephelere yönlendirilmekte, mitingler
düzenlemekte ve camilerde vaazlar verilmektedir.İstiklal Marşı da halkın
ve ordunun moral gücünü yükselteceği düşünülerek gündeme getirilmiştir.
İSTİKLAL MARŞI İÇİN GAZETELERDE DUYURU YAPILDI
Dönemin
eğitim bakanı Rıza Nur hatıralarında marş yarışmasını kendisinin
açtırdığını yazar:”Yüce ihtilal ve savaş günleri. Böyle zamanlarda
milletler en güzel milli marşlarını yaparlar.Bir milli marşın güfte ve
bestesini yapana beş yüz lira maddi mükafat vereceğimi ilan ettim.”
Gazetelerde ise İstiklal Marşı yarışması şöyle duyurulur:
“Şairlerimizin dikkatine:
Milletimizin dahili ve harici İstiklal uğruna girişmiş olduğu
mücadeleyi ifade ve terennüm için bir İstiklal Marşı. Umur-u Maarif
Vekili Celilesi’ nce müsabakaya vazedilmiştir.İşbu müsabaka, 23 Kanun-u
evvel sene 36 tarihine kadar olup bir heyeti edebiye
tarafından,gönderilen eserler arasından intihap edilecektir ve kabul
edilen eserin güftesi için beş yüz lira mükafat verilecektir.
Ve
yine laakal beş yüz lira tahsis edilecek olan beste için bilahare
ayrıca bir müsabaka açılacaktır. Bütün müracaatlar Ankara’ da Büyük
Millet Meclisi Maarif Vekaletine yapılacaktır.”
Büyük Millet
Meclisine ve Mustafa Kemal'e muhalif Peyami Sabah gazetesi “Milli marş
tanzim ediyeler” başlığı ile verdiği haberde “Dün gelen Anadolu
gazetelerinde Ankara Maarifi vekaletinin garip bir ilanı nazarı
dikkatimizi cezp etti.” sözleriyle okuyucularına duyurur.
MEHMET AKİF MARŞ YAZMA KONUSUNDA İKNA EDİLİYOR
Son
şiir gönderme tarihi olan 23 aralık 1920’ den sonra Eğitim Bakanlığı
güfteleri incelemiş ancak içlerinde İstiklal Marşı olabilecek bir eser
bulamamıştır. Bakan Hamdullah Suphi, Mehmet Akif'in marşa ödül koyulması
nedeniyle katılmadığını öğrenince şaire yazdığı mektupta ödül konusunun
uygun bir şekilde çözümlenebileceğini ve yarışmaya katılmasını
belirtir:
"Pek aziz ve muhterem efendim;
İstiklâl Marşı için açılan müsabakaya, iştirak buyurmamalarındaki
sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zat-ı üstadanelerinin
matlup şiiri vücuda getirmeleri, maksadın husulü için son çare olarak
kalmıştır. Asil endişenizin icap ettirdiği ne varsa hepsini yaparız.
Memleketi bu müessir telkin ve tehyiç [heyecanlanma] vasıtasından mahrum
bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz
ve tekrar eylerim efendim."
5 Şubat 1337 [1921],
Umur-u Maarif Vekili
Hamdullah Suphi
Mehmet Akif, Büyük Millet Meclisinde Burdur Milletvekilidir.
İlk
şiirlerini okul sıralarında kaleme alan Akif, meşrutiyet ilân edilince
de İttihat ve Terakki Partisine girer. Birkaç ay sonra da Darülfunun
edebiyat müderrisliğine getirilir.
Akif
1908’ de açılan fikir ve sanat hareketinin içinde yer alarak daha
önceleri yayımlayamadığı şiirleri Sebilürreşat’ta yayınlamaya başlar. Bu
ilk şiirlerinde İstanbul’daki sefaleti gerçekçi bir biçimde betimler.
İlk kitabı 1911’ de Safahat adıyla yayımlanan Akif’in ikinci kitabı olan
“Süleymaniye Kürsüsünde 1912 de üçüncüsü “Hakkın Sesleri” 1913’ te ,
dördüncüsü “Fatih Kürsüsünde aynı yıl, beşincisi “ Hatıralar” 1917’ de
yayımlanmıştır. İstiklal marşını yazdığı sıralarda altıncı kitabı olan “
Asım” üzerinde çalışmaktadır.
Şiirlerinde, imparatorluğun
kaybettiği topraklar için gözyaşı döken Akif, milleti birleşmeye,
hayasız saldırılara karşı koymaya çağırır. Akif 1912 yılı sonlarında
askerleri şevke getirmek için bir marş yazar: Cenk Şarkısı.
10 dörtlükten oluşan bu manzume Sebilürreşat dergisinde yayımlanır.
Ey sürüden arta kalmış yiğit!
Arkadaşın gitti, yetiş sen de git.
Bak ne diyor cedd-i şehidin işit;
Durma git evladım, uğurlar ola!
Durma git evladım açıktır yolun.
Cenge sıvansın o bükülmez kolun;
Süngünü tak ön safa geçmiş bulun.
Uğrun açık olsun uğurlar ola!
Yerleri yırtan sel olup taşmalı,
Dağ demeyip, taş demeyip aşmalı!
Sendeki coşkunluğa el şaşmalı.
Haydi git evladım, uğurlar ola!
Düşmana çiğnetme bu toprakları,
Haydi kılıçtan geçir alçaktarı!
Leş gibi yatsın kara bayrakları,
Kahraman evladım uğurlar ola!
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİ YAZDI
Almanların
daveti sonucunda Aralık 1915'te Osmanlı Hükümeti Almanya’daki Müslüman
esirler arasında İngilizlerin aleyhine propaganda yapmak için gönderdiği
birkaç kişinin içinde Mehmet Akif de vardır. Akif Almanya’ da bulunduğu
sırada ünlü şiiri Çanakkale Şehitlerini yazar.
1920 yılı ocak
ayında Mehmet Akif, Kuvayi Milliye’ nin Ege’ deki merkezlerinden
Balıkesir’ e gider. Akif burada halktan aradaki ayrılık nedenlerini
kaldırmalarını,düşmanlara karşı birleşilmesini isteyip,halkı yurt
savunmasına çağırır.
“Artık burada duracak zaman değildir,gidip
çalışmak lazım, bizim tarafımızdan halkı tanvire ihtiyaç varmış,
çağırıyorlar, mutlaka gitmeliyiz” diyen Akif meclisin açıldığı günlerde
Ankara’ ya gelir.Meclisin önünde Akif’le karşılaşan Mustafa Kemal “ Sizi
bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz.” der.
Akif Ankara’ ya geldiğinde Anadolu iç isyanlarla karşı karşıyadır.
Kurtuluş Savaşı sürerken Akif Kastamonu camilerinde yaptığı
konuşmalarda Müslümanların birliğe, düşmana karşı savaşmaya ve
mücadeleye çağırır. Bu konuşmaların yayımlandığı dergi ve gazeteler
Anadolu’ nun bütün illerinde, sancaklar ve kazalardaki idarecilerle
toplantı yerlerinde okutturulur.
Kitaplar,broşürler şeklinde yeniden basılarak cephelere, köylere dağıtılır.
24 Aralık 1920’ de Kastamonu’ dan Ankara’ ya gelen Mehmet Akif ve Eşref
Edip, Mustafa Kemal tarafından davet edilirler. İstasyondaki çalışma
yerinde bir saat kadar süren bir görüşmeden sonra Mustafa Kemal şöyle
der:
“Kastamonu’ daki vatanpervane mesainizden çok memnun
oldum.Sevr Muahedesi’ nin memleket için ne kadar feci bir idam hükmü
olduğunu Sebilürreşat kadar hiçbir gazete memlekete neşretmedi. Manevi
cephemizin kuvvetlenmesine Sebilürreşat’ ın büyük hizmeti oldu.İkinize
de bilhassa teşekkür ederim.
Aralık 1920 sonlarına doğru Ankara’ya
gelen Akif eğitim bakanı Hamdullah Suphi ‘ nin 5 şubat 1921 tarihli
mektubuyla aldığı İstiklal Marşı siparişi için şimdilerde müze olan
Hacettepe’ nin arkasındaki Tacettin Dergahındaki odasına çekilerek marşı
yazmaya başlar.
İSTİKLAL MARŞI 12 MART 1921'DE KABUL EDİLİYOR
İstiklal
Marşı 17 şubat 1921 tarihinde Hakmiyeti Milliye Sebilürreşat ta
yayınlanır.Açık Söz gazetesi ise marşı süslü bir çerçeve içinde birinci
sayfaya koyarken şu açıklamayı yapar:” Her mısrada Türk ve İslam ruhunun
ulvi mübarek hisleri titreyen bu abide-i sanatı, kemal-i hürmet ve
mübahatla (övünçle) derc ediyoruz.
İlk yayınından 12 gün sonra da
Konya’ da Öğüt gazetesinde yer alan İstiklal Marşına karşı Anadolu
gazetelerinin olumlu bir yaklaşım içinde oldukları görülmektedir.
İstiklal Marşı 12 Mart 1921 günü kabul edilir.
Paltosu olmayan
Akif kazandığı beş yüz liralık ödülü yoksul kadın ve çocuklarına iş
öğreterek yoksulluklarına son vermek için kurulan “Darülmesai “ ye
bağışlar.
İSTİKLAL MARŞININ 10 KITASI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeliEbedî
yurdumun üstünde benim inlemeli
O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım;
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
Mehmet Akif Ersoy